7 Mart 2013

Uzun Zaman Sonra Türkiye

Uzun zaman oldu yazmadım. Bu yazdıklarıma ise paragraf koymayacağım. Düz bir yazı bana dair...



Şimdi farkettim ki yazmak beni mutlu ediyordu. Evet bildiğiniz ya da bilmediğiniz gibi Erasmus yaşamımı sonlandırdım. Gezi notlarımı zaman zaman paylaşıyorum ve paylaşmadığım ülkelerle ilgili notları yakın zamanda taslak olmaktan çıkarıp yayınlayacağım. Dönelim yine konuma. Litvanya'nın başkenti Vilnius şehrinde (yukarıda da kendi çektiğim fotoğrafı bulunan nehrin kenarında köşesinde yakınında) geçirdiğim 5 ay bana çok şey kattı, katmaya da devam ediyor. Farklı ülkelerden farklı kültürlerden binlerce insan gördüm, yüzlercesi ile konuştum, onlarcası ile kaynaştım. İşte bu yüzden 28 Ocak'ta Türkiye'ye dönüş yapmak duygusal açıdan hem zor hem de kolaydı. Düşünsenize alışmak için çabalarken bir bakmışım ki zaten çok alışmışım Avrupa'ya, Avrupa hayatına. İçim hem buruktu dönerken hem de sevinçliydi. İstanbul'da Atatürk Havalimanı'na indiğimde her şey bana çok yabancıydı. Öyle ki tabelalarda Türkçe yazılar görünce irkiliyordum. Türkçe konuşan insanlar görmek çok duygusaldı benim için. Başıma 2 tane de trajikomik olay geldi ilk anlarda. Pasaport kontrol noktasını ilk etapta o karışıklıkta bulamadım. Görevli polislere sorayım diye düşündüm ve az kalsın adama "excuse me" diyecektim ki bu alışkanlığın geçmişte kaldığını hatırladım. Ve tuhaf hissederken "afedersiniz" diyebildim. Konuşma bittikten sonra da kendi kendime baya güldüm :)  İkinci komik ve bu kez aksiyon dolu olay ise yaya geçidi faciamdı. Havalimanı'ndan çıktım ve sarı boyanmış yaya geçidinden valizimle ilerlerken sağıma soluma bakmadan yola fırladım. O anda sarı bir taksi ile gözgöze geldim ve yanımda olan arkadaşım o anda beni geri çekti. Yurtdışına çıkıp geri dönenlerin yaşadığı ortak sorunmuş bu. Avrupa ülkelerinde, yaya geçidinde ışık olmasa dahi araçlar, yaya varsa o yaya geçene kadar durmak zorunda. Litvanya'da yaya geçidinde kamyon durdurmuş kızım neticede :) Alışkanlık işte atlamışım yola. O kadar alışmışım ki sağa sola bakma refleksimi de kaybettiğimi farkettim. Neyse ki kurtarıldım. Sonra Türkiye'yi yaşamaya başladım yeniden. İstanbul'da 2 gün, Trabzon'da ailemin yanında 11 gün geçirip düştüm Eskişehir yollarına yine. İstanbul da Trabzon da Eskişehir de bana hala yabancı tabi o sıralarda. Okul açıldı, ev aradım buldum, dersler zorlamaya başladı, "girişimcilik" kursuna başladım ve "web yazılım uzmanlığı" kursuna başlayacağım bu ay. Bilgisayar ve Bilişim Teknolojileri ekibindeki görev aldığım çalışmalar, ders projeleri, kurslar hep birlikte bana karşı yoğun bir atağa geçti bu dönem. Ama başarmadığım bir durum değil bu, üstesinden geleceğim bu dönemin de. Daha önceki dönemler gibi. Erasmus'tan dönünce her şeye garip, uçuk-kaçık bakmaya başladım. İngilizce'm daha iyi şimdi. İngilizce anlatılan derslerimizi daha rahat anlamaya başladım bu sayede. Şunu da gözle görülür bir şekilde farkettim ki, insanlara, olaylara, olgulara, zaman kavramına, ilişkilere, ayak bastığım her mekana, her derse, her şeye ve öncelikle kendime hep başka bir bakış açısıyla bakıyorum şimdi. Erasmus'tan önce içimde varolmayan bir tutumla. Güzel bir tutumla. Pozitif bir gözle. Ne de olsa Avrupa gördüm şunun şurasında diyeceğim ama abartmayayım bence :)

Kısaca şunu söylemek istedim bu yazımda: Erasmus'a gidin!

Erasmus hayatım boyunca çektiğim yüzlerce fotoğraftan birkaçı:












Hoşçakalın.


2 yorum:

  1. Hahahah karşıdan karşıya geçme olayı baya iyimiş, erasmus hakkında verdiğin bilgiler için teşekkürler

    YanıtlaSil